Sıradan İş Hayatının Tekdüzeliğinden Çıkıyorum Nihayet :)

sıradan iş hayatının tekdüzeliğinden çıkıyorum nihayet 🙂

Daha önce de büyükşehirlere sıkışmış tekdüze hayatların monotonluğu ile ilgili ve de bu monoton hayatın çıkış yolu alternatifleriyle ilgili bir şeyler yazmıştım. Üzerinde yaklaşık 3 yıldır çalıştığım çıkış yoluma çok yakınım artık 🙂

Hayatın genel bir matematiği vardır: istediğin şeyleri yapabildiğin, mutlu ve huzurlu bir hayat için genel olarak şu 3 şeye ihtiyaç vardır: Para, zaman, enerji (sağlık)

Öğrenciyken: enerjin ve zamanın vardır, paran yoktur.

Çalışırken: enerjin ve paran vardır, zamanın yoktur.

Emekliyken: zamanın ve paran vardır, enerjin yoktur.

Allahın insanlarla dalga geçme yöntemlerinden biri.. 🙂 Çıkış gerektiren nokta da tam olarak budur.

Ben bu olguya karşı, bu 3 etmeni de bir arada sahip olabileceğim bir durum yaratmak için 3 yıldır kafa patlatıyordum. Pek çok freelance iş yaptım, stock video çektim, film yapım dersleri verdim.. Bunun yanında, 1,5 yıldır bir uydu kanalında full-time çalışıyordum. (Sabah 9 akşam 5 sıradan bilindik bir post-prodüksüyon ofis işiydi..) (Bu full-time işte çalışırken, aynı anda 3-5 iş daha yapmaya devam ettim, gecemin gündüzüme karıştığı çok oldu.)

2 gün sonra bu full-time işimden ayrılıyorum ve kendimi çok rahatlamış hissediyorum 🙂

Normalde, bir ofiste çalışmak güvenlidir, ay sonunda eline ne kadar geçeceğini bilirsin, freelance iş peşinde koşmayla enerji harcamazsın, pek çok yasal hakkın olur, yıllık iznin olur, muhasebe&vergi derdin yoktur, iş yapınca fatura peşinde koşmazsın vs.. iş aksarsa danışabileceğin iş arkadaşların vardır, ve de üzerindeki sorumluluk o kadar da büyük değildir. Ayrıca yeri geldiğinde freelance iş de yapmaya devam edersin rahatça..

Ama kötü yanı, her iş yerinin kendine özgü saçma sapan bir yapılanması vardır, çeşitli manasız kuralları vardır. Bunlara tahammül etmen gerekir. Şirketin için para ve zaman kaybı yaratsa bile, sırf senin üstündeki kişi öyle istiyor, ya da daha yaratıcı bir şeyler üretemiyor diye, hem şirketin zarar eder hem de senin canın sıkılır.. Ayrıca yaptığın iş, seni zerre ilgilendirmiyordur, ama gene de yaparsın. Para kazanacam diye, tüm özgürlüğünü satmış (ya da daha doğrusu kiralamış) olursun bir bakıma.

Bu, aşağı yukarı tüm ofis işlerinde böyledir diye düşünüyorum, kimle konuşsam herkes çalışmaktan şöyle ya da böyle şikayetçi..

Dediğim gibi, ben kendi çıkış yolum üzerinde yaklaşık 3 yıldır çalışıyorum. Aynı anda full time bir işin yanında 3-5 tane daha iş yaparak, normal bir çalışanın 4-5 ayda hatta belki 1 yılda kazanacağını 1 ayda kazanarak kendim için gerekli yapılanmayı sağlayabildim. Aslında daha garantiye alıp, nisan-mayıs gibi işten ayrılacaktım ama erken olması daha iyi oldu bi bakıma, aşırı derecede sıkılmaya başlamıştım..

Benim yerimde olan biri, şu anda normalde kendi şirketini açar, iş kapacam diye koşturur.. Cidden son 6 aydır o kadar çok freelance iş geldi, o kadar çok iş reddettim ki, hakkaten şirket açıp yanımda birilerini çalıştırsam falan çok daha karlı olabilirdi. Ayrıca Birkaç ay önce bir reklam ajansından dolaylı yoldan çok çok iyi maaşlı ve konumlu bir iş teklifi geldi, ama ona da girmek istemedim.

Ben her zaman, rekabetten uzak daha rahat ve huzurlu bir hayatı tercih etmişimdir. Reklam ajanslarında da gereksiz bir rekabet vardır. Bunu, Bertrand Russell’ın cümleleriyle ifade etmek isterim:

Mutsuzluğu doğuran bir başka nedense, insanlar arasındaki rekabettir. Kimileri buna, yaşama kavgası adını verirler. Gerçekteyse yaşamak için değil, komşularından daha üstün bir hayata erişmek için kavga etmektedirler. Başarı, mutluluğun gereklerinden biridir ama, bütün öbür gereklerin harcanması pahasına elde edilmişse, çok pahalıya mal olmuş demektir. Değmez! Amaç, en tepeye çıkmak değil, rahat ve huzurlu yaşamak olmalıdır….. Rekabet hastalığının giderilmesi, sakin zevklerin rolünü kabul etmekle mümkündür. İnsan, komşusunu çatlatmakla değil, yarınki kahvaltısını bulabilmekle mutlu olmalıdır. (Bertrand Russell, The Conquest of Happiness)

Bu ve bunun gibi pek çok sebeple, uzunca bir süre, düzenli bir ofis işinde çalışmak istemiyorum. Eğer mümkün olursa, ömür boyu çalışmak istemem ama şu an için en azından 2-3 yıl çalışmama lüksüm var 🙂

Bundan böyle, daha keyif aldığım işleri yapacağım.

– En çok keyif aldığım iş, stock video çekmek. Hiç hikaye anlatma gibi derdin olmadan, sadece estetik kaygılarla yaratıcılığını konuşturduğun bir iş. Siz sadece oyuncularınızla ilgilenip, videoya odaklanıyorsunuz. Onun dışında, ajanslardaki insanların yüzlerini görmemize hiç gerek gerek yok, herşey online.. Süper serbest. Sürekli bir yerleri dolaşıp, çekmek istiyorum. (Ekimde Tayland’a gitcem, bakalım getirisi ne düzeyde olacak) 🙂 Sonrasında da belki sevgili şahsiyetle çeşitli yerlere gitmeye devam ederiz 🙂

– İkincisi, McDonald’s Vodafone gibi büyük firmalarla freelance çalışmak. Şu anda epey freelance iş yoğunluğu var ve keyif aldığım işler oluyor. Küçük yerlerle ise çalışmayı minimumda tutuyorum.

– Üçüncü sevdiğim iş ise, film yapımıyla ilgili dersler vermek. Öğrenmek isteyen birileriyle bilgi paylaşımında bulunmak keyifli bir olay. Bu paylaşımda bulunurken, ben de sürekli araştırmaya devam etmek zorundayım ve bu bana araştırma yapmak için bir motivasyon oluyor. Ayrıca bildiklerimi de sürekli tekrar ettiğim için unutma şansım azalıyor. Dolayısıyla çalıştığım yerler, ders programını bana göre ayarladığı sürece ders vermeye devam ederim sanırsam..

Ayrıca sürekli yazdığım üzere, Allah ve yaradılışımızla ilgili uzun metraj bir animasyon film projesi üzerinde de çalışıyorum. Ama bu projeyi; iş olarak değil de, hobi olarak görmeyi yeğliyorum şimdilik. Araştırma yapmak gayet keyifli.

Bir de yazmam gereken bir yüksek lisans tezi var, ama 1 yıl vakit daha var, yazarım bi ara illaki 🙂

Hala yoğunum aslına bakarsanız, ama şimdi olduğu gibi bağımlı bir yoğunluk değil. Daha serbest, daha açık bir yoğunluk. 🙂

Umarım bu yazıyı okuyan sizler de kendi çıkış yollarınızı bulabilirsiniz. Zor gibi gözükse de, hocalarımızın dediği gibi: “Çalışana kolay” 😛

Dramayı iyice artırıp Ey Özgürlük şarkısını da koyayım yazının sonuna da tam olsun 🙂

Share:

1 comment

  1. :))) istanbulda yaşamak bir bacada yaşamak diye düşünürdüm, sanırım kendi noel babamız olup o bacadan kendi bacaklarımızla çıkış yolunu bulmak böyle bişey olsa gerek:) yorucuya benziyor ama eğlenceli de bir yol çizmişsin kendine 10 sene sonra nerdesin merak ediyorum doğrusu:)

Leave a Reply


Notify me of followup comments via e-mail. You can also subscribe without commenting.